(Minghui.org) Zihin ve beden arasındaki etkileşim, uzun zamandır popüler bir araştırma konusu olmuştur. Johns Hopkins Üniversitesinde fizik ve astronomi profesörü olan Richard Conn Henry, 2005 yılında Nature dergisinde yazdığı bir makalede, “İnsanlığı dünyanın doğru bir algısına geçirmekteki faydalardan biri, evrenin zihinsel doğasını keşfetmenin getirdiği sevinçtir. Bu zihinsel doğanın ne anlama geldiğini bilmiyoruz, ancak - güzel olan şu ki - bu doğrudur” diye yazdı.

“Zihinsel Evren” başlıklı makalesinde, “Evren maddi değildir — zihinseldir ve ruhsaldır. Yaşa ve keyfini çıkar” diye sonlandırdı. Diğer fizikçiler de benzer bir sonuca ulaştı. Astrofizikçi James Jeans, The Mysterious Universe (Gizemli Evren) kitabında, “Bilgi akışı, mekanik olmayan bir gerçekliğe doğru ilerliyor; evren büyük bir makineden çok büyük bir düşünceye benzemeye başlıyor. Zihin, madde alemine tesadüfen girmiş bir yabancı gibi görünmüyor,” diye yazdı. “Onu, madde aleminin yaratıcısı ve yöneticisi olarak selamlamalıyız.”

Bu, tarihte yeni bir anlayış dalgasıdır. Antik çağlarda, Sokrates ve Platon, bilincin (ruh olarak da bilinir) ebedi olduğuna inanıyordu. Bilinç, beden tarafından üretilmez ve bedenden bedene geçer. Ancak, 18. yüzyıldan itibaren maddecilik (materyalizm) daha fazla hakimiyet kurdukça, insanlar fiziksel varoluşun birincil ve zihnin ikincil olduğuna inanmaya başladı. Örneğin, ay, onu görseniz de görmeseniz de oradadır. Bu görüş makul görünüyor, ancak 20. yüzyılda kuantum teorisinin ortaya çıkması yeni bir bakış açısı getirdi.

Kuantum Mekaniğinde Çift Yarık Deneyi

Önceki deneyler ışığın bir dalga olduğunu gösterse de, Albert Einstein’ın 1905’te fotoelektrik etki üzerine yazdığı makale ve ek deneyler, sonunda dalga-parçacık ikiliğinin anlaşılmasına yol açtı. Yani, atom altı parçacıkların hem parçacık hem de dalga özelliklerine sahip olduğu anlaşıldı. Bu, klasik fizikten o kadar farklıydı ki kuantum mekaniği alanında Nobel Ödülü sahibi Niels Bohr, “Kuantum teorisinden şok olmayan biri onu anlamamıştır” diye belirtti.

Kuantum mekaniği, deneylerle iyi bir şekilde desteklenmiştir ve belirsizlik ilkesi ile kuantum girişimi gibi insanların zihin ve madde algısını değiştiren birkaç ilginç çıkarıma sahiptir. Belirsizlik ilkesi, bir parçacığın konumu ve momentumunun (kütle çarpı hız) aynı anda bilinemeyeceğini, dolayısıyla gelecekteki hareketinin de tam olarak tahmin edilemeyeceğini belirtir.

Kuantum girişiminin en iyi bilinen gösterimi, ışık, elektronlar ve diğer atom altı parçacıklar üzerinde gerçekleştirilen çift yarık deneyidir. Örneğin, elektronlar iki paralel yarıktan (dar aralıklar) geçip bir ekrana çarptığında, girişim nedeniyle ekranda parlak ve karanlık bantlar oluştururlar ve bu, su dalgaları gibi dalga özelliği sergiler. Hatta elektronlar tek tek yarıklardan gönderildiğinde, ekranda parçacık özelliğini gösteren tekil beyaz noktalar görülmüş, ancak zamanla bu noktalar birleşerek parlak ve karanlık bantlar oluşturmuştur.

Ama birisi elektronları parçacıklar olarak değerlendirip bireysel elektronların hangi yarıktan geçtiğini merak ederse, yarıklar ile ekran arasında verileri kaydetmek için bir dedektör yerleştirilebilir. Ancak bu durumda, ekran üzerindeki elektron dağılımı yalnızca parçacıklar gibi davranır ve herhangi bir girişim (veya dalga özellikleri) göstermez.

Bilim insanları, böyle bir “gözlemcinin” kuantum parçacıklarının davranışını neden değiştirdiğini açıklayamıyorlardı. Bu durumu dile getiren Nobel ödüllü Richard Feynman, “Açıklanması imkansız, kesinlikle imkansız bir fenomeni incelemeyi seçiyoruz ve bu fenomen kuantum mekaniğinin kalbini barındırıyor. Gerçekte, bu tek gizemi içeriyor,” demiştir.

Bu kuantum fenomenleri, çift yarık deneylerindeki gözlemci etkisi dahil, diğer bilim insanlarını da şaşırttı. Kuantum teorisinin kurucusu Max Planck, 1931’deki bir röportajında, “Bilinç ile olanı temel olarak görüyorum. Maddeyi bilinçten türetilmiş olarak değerlendiriyorum. Bilincin arkasına geçemeyiz. Konuştuğumuz her şey, var olduğunu düşündüğümüz her şey, bilinci öngörmektedir,” demiştir.

Eylül 1927’de Bohr, kuantum mekaniğinin davranışlarını yorumlamak için tamamlayıcılığı önerdi. Hem belirsizlik ilkesini hem de dalga-parçacık ikiliğini göz önünde bulundurarak, konum ve momentum gibi belirli tamamlayıcı özellik çiftlerinin aynı anda ölçülemeyeceğini belirtti.

Bohr, deneysel ayarına bağlı olarak bir kuantum parçacığının ya bir parçacık ya da bir dalga gibi davranacağını, ancak her ikisi birden olamayacağını düşündü. 1934’te, “Yalnızca izole edilmiş maddi parçacıklar soyutlamalardır; onların özellikleri yalnızca diğer sistemlerle etkileşimleri aracılığıyla tanımlanabilir ve gözlemlenebilir,” diye açıkladı. Geleneksel Çin kültürüne büyük bir ilgi duyan Bohr, bu teoriyi sıklıkla yin ve yang dengesine bağladı.

Tartışmalar son birkaç on yıl boyunca devam etti. Amerikalı fizikçi John Archibald Wheeler, “hangi yol” bulmacasını çözmek için birkaç deney önerdi. Özellikle gecikmeli seçim deneyi, “hangi yol” bilgisinin elde edilmesinin, daha önce yapılmış olan parçacığın seçimlerini geriye dönük olarak değiştirebileceğini gösterdi.

Kuantum Dolaşım

Kuantum fenomenlerini yorumlama çabalarına rağmen, bazı sonuçlar açıklanamaz. Bunlardan biri kuantum dolanıklığıdır.

Örneğin, toplam dönme durumu sıfır olan bir çift dolanık parçacık oluşturulduğunda, bir parçacık saat yönünde dönerse, diğer parçacığın saat yönünün tersine dönmesi gerekir. Üç bilim insanı – Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen – 1935 yılında kuantum teorisinin eksik olduğunu savunan bir makale yayınladılar. Einstein–Podolsky–Rosen (EPR) paradoksu olarak bilinen bu çalışmada, dolanık parçacıklardan birinin dönme durumu ölçüldüğünde, diğer parçacığın – uzak mesafede olsa bile – toplam dönme durumunun sıfır olması için anında durumunu ayarlaması gerektiğini ileri sürdüler. Böyle bir iletişimin imkansız olduğunu belirten Einstein, bunu “uzaktaki ürkütücü etki” olarak tanımladı.

Einstein’in öngörülerini birkaç sonraki deney doğruladı. Fransa’dan Alain Aspect, 1982’de dolaşık parçacıkların beklenildiği gibi davrandığını gösterdi, bu parçacıklar ayrı olsalar bile. Aspect ve iki diğer bilim insanı, bu katkıları için 2022’de Nobel Ödülü aldı.

2012 yılında Avrupa Uzay Ajansı'nın Kanarya Adaları'ndaki ek çalışmaları, bir dolanık parçacığın dönme durumunun diğer parçacığa ışık hızının yaklaşık 10,000 katı bir hızda iletilebileceğini gösterdi. Bu iki ölçüm arasındaki mesafe 143 kilometreydi.

2015’te Hollanda’daki Delft Teknoloji Üniversitesi’nden araştırmacılar, daha titiz deneyler yaparak daha ikna edici sonuçlar sağladılar. Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü’nden (NIST) başka bir ekip de benzer veriler üretti.

Fizikçiler bu sonuçları kabul etseler de, iletişimin nasıl çalıştığını bilmiyorlar. Aspect, bu gözlemler üzerine, “Mantıksal açıdan uç noktalara götürüldüğünde, bu argüman insanların özgür iradeye sahip olmadığını ima eder; çünkü iki deneyci, büyük bir mesafeyle ayrılmış olsalar bile, ölçüm cihazlarının ayarlarını bağımsız olarak seçmiş olamazlar,” şeklinde yorum yaptı.

Bir dereceye kadar, bu durum çoklu zaman-mekânların varlığına benzer. Aslında, zihin de üç boyutlu dünyamızda soyut bir kavramdır. Böyle bir “uzaktaki etki”, bilinmeyeni keşfetme kapılarını açabilir ve bakış açılarımızı genişletebilir.

Örneğin, Taoizm’de “insan bedeni bir evren gibidir” diye bir söz vardır. Yani, bir kişinin yaşadığı evren, kişinin içindeki mikroskobik düzeydeki yapıya benzer. Dahası, geleneksel Çin kültürü her şeyin bir ruhu olduğunu ve zihin ile bedenin birleşik olduğunu savunur. Eğer öyleyse, kuantum parçacıkları arasındaki uzak iletişimi anlamak bu kadar zor olmamalıdır.

Tohumlar 20 Dakikada Filizleniyor

İlginç bir şekilde, bilim insanları gözlemlenebilen benzer fenomenler de bulmuşlardır. 2000 yılında Amerikan Çin Tıbbı Dergisi’nde yayımlanan “Zihinsel olarak projekte edilmiş ‘qi enerjisi’ ile hızla filizlenmeye zorlanan tohumlar, görünüşte genetik olarak değiştirilmiştir” başlıklı bir makalede bir örnek belgelenmiştir.

Makalede, “Chulin Sun, olağanüstü güçlere sahip bir kadındır. Çin Somatik Bilim Araştırma Enstitüsü’nün bir üyesi olan Sun, Waiqi uygulayıcısıdır. Waiqi, geleneksel Çin tıbbının qi enerjisini zihnin kontrolü altına almayı öğreten bir qigong türüdür,” diye yazdı. “Chulin Sun, zihinsel olarak projekte edilmiş qi enerjisi kullanarak tohumları 20 dakikada birkaç santimetre uzunluğunda filizler ve kökler çıkarmaya zorlayabilir.”

Makale, “Bu, Çin’de (Taiwan ve Hong Kong dahil) üniversitelerde ve bilim ile araştırma enstitülerinde ve diğer ülkelerde (örneğin, Japonya, Tayland, Malezya vb.) 180’den fazla kez gösterilmiştir,” diye devam etti.

Sun, insanların qigong uygulaması yaptıktan sonra bitkilerle iletişim kurabileceklerine inanmaktadır. Yazarlar, “Qi enerjisinin, filizlenme ile ilişkili bir gen bölgesinin yapısını değiştirerek ifadesini hızlandırdığı ve zamansal olarak ileriye taşıdığı düşünülmektedir.” diye yazdı.

Bu dünyada, hatta kendi zihinlerimiz dahil, birçok bilinmezlik vardır. Kuantum dolanıklığı gibi fenomenler, kendimizi yerleşik görüşlerle sınırlamak yerine daha derin keşifler yapma fırsatı sunar.

(Devam edecek)

Orijinal Çince Makale