(Minghui.org) (Bölüm 1’den devam ediyor.)
Serbest bırakılmamdan kısa süre sonra, karım ve bir başka uygulayıcı pazarda birine Falun Dafa’yı anlatırken tutuklandılar. Çeşitli devlet kurumlarına çok sayıda hukuki dilekçe ve belge sundum. Dafa hakkındaki gerçekleri hukuki hükümlerle birleştirdiğim için sonuçlar çok iyi oldu.
Karımın duruşmasından önce, her türden materyalle mahkemeye gittim ve yakını sıfatıyla onu savunmak için başvurdum. İyi hazırlandığım için işler yolunda gitti ve dosyadan sorumlu hakimle görüşebildim. Düşüncelerimi paylaşıp görüşünü sordum. Çok şey anlattım: Falun Dafa’nın ne olduğundan 1999’daki zulme; Falun Dafa’nın barışçıl niteliğinden “kült örgütleri kullanarak kanunların uygulanmasını baltalama” suçlamasının yanlış uygulanmasına; suçun temel niteliklerinden “kanunsuz suç olmaz” ilkesine; geçmişteki sayısız siyasi kampanyadan Falun Dafa uygulayıcılarına yönelik yargısal zulme kadar… Hakim sessizce dinledi ve sürekli başını salladı.
Birisi, “Mesleğiniz nedir? Her şeyi ne kadar iyi açıkladınız!” dedi. Döndüm; konuşan bir kadın hakimdi. Etrafıma bakınca, birkaç hakimin birlikte çalıştığı büyük bir ofiste olduğumuzu gördüm.
Kadın hakime teşekkür ettim ve davaya atanmış hakimle konuşmayı sürdürdüm. Yakını olarak savunmacı olsam da “üst makamların” politikaları gereği bazı dosyaların yalnızca görülebileceğini, fakat fotoğraflanamayacağını söyledi. Bunun yasal dayanağını istedim. “Yok,” dedi.
Mahkemenin disiplin denetim birimine gidip görüştüm; daha önce ceza mahkemesi hakimi olarak görev yaptığını söyleyen bir görevli karşıladı. İlk başta dosyaları kopyalamama yardım etmeyi kabul etti. Konunun Falun Dafa ile ilgili olduğunu duyunca geri adım attı: “Falun Dafa davalarının fotoğraflanmasına izin yok!” Yasal dayanağını sorduğumda bunun siyasi bir mesele olduğunu söyledi ve ilgisiz konulara sapmaya başladı.
Onun arkasındaki olumsuz unsurları temizlemek için doğru düşünceler gönderirken, gözlerinin içine bakıp şunu söyledim: “Yazılı politikalara uymamız gerekir; insanların gelişigüzel söylediklerine değil.”
Sakinleşti ve “Siz okumuş birisiniz, tartışmayacağım. Olan bu; yapabileceğim bir şey yok,” dedi.
Karım için bir insan hakları avukatı tutmuştum; yine de mahkeme “adli yardım” gerekip gerekmediğini sorduğunda, “evet” dedim. Amacım, yeni bir avukata da gerçekleri anlatmaktı. Ma soyadlı bir avukata ulaştım; açıkça, “Falun Dafa ile ilgili davalarda çalıştım ve uygulayıcıların masum olduğunu biliyorum. Ama mahkemede bunu söylemeye cesaret edemem,” dedi. Ona, davayı yönlendirmek ve suçsuzluk savunması yapmak üzere bir insan hakları avukatını davet ettiğimi, kendisinin mahkemede “diğer savunmanın görüşlerine katılıyorum” demesinin yeterli olacağını açıkladım. Başını sallayarak kabul etti.
Böylece, normalde ikiden fazla savunmacı kabul edilmemesine rağmen, karımın üç savunmacısı oldu. Kaygılanmadım. Hakim bu konuyu gündeme getirirse, bu fırsatı Ma’ya verip onu da “kurtarmaya” yardım etmeyi düşünüyordum. Duruşmada yargıç bu konuyu açmadı—muhtemelen zulme uğrayan diğer uygulayıcının savunmacısı olmadığı içindi. Mahkeme salonunda üçümüz iyi bir uyumla çalıştık: İnsan hakları avukatı ana beyanı sundu, ben yetkilileri rahatsız edebilecek hassas kısımları ekledim. Ma’nın yalnızca “Diğer savunmanın beyanlarına katılıyorum,” demesi yeterli oldu.
Karımı Yeniden Kurtarmak
Birkaç yıl sonra karım yeniden tutuklandı. O sırada ben de tehlikedeydim ve evden uzak durmayı planladım. “Evden uzak durursam karımı nasıl kurtarır, zulme nasıl karşı çıkarım?” diye düşündüm; durumla doğrudan yüzleşmeye karar verdim.
Karakola varınca, “Eve gitmek istiyorum ama anahtarım yok. Karımın tutuklanıp burada tutulduğunu duydum. Neden tutuklandığını öğrenmek ve anahtarları ondan almak istiyorum,” dedim. Nöbetçi, bu dosyayla ilgilenen memurun bir saat içinde döneceğini, beklememi söyledi.
İki üç saat geçti; memur hala gelmedi. Dosyadan sorumlu görevli, emanet eşyalardan sorumlu memurun sarhoş olduğunu, ertesi gün gelmemi söyledi. “Saatlerdir bekliyorum; bu gece nerede kalayım?” diye sordum. “Yapacak bir şey yok,” dedi. Onun yanında 110’u (polis hattı) aradım; karşı taraf çözeceklerini söyledi. Böylece anahtarları teslim alıp eve döndüm.
Birkaç gün sonra iki belgeyle yeniden karakola gittim. Biri, 2000 tarihli Kamu Güvenliği Bakanlığının 39 No.lu duyurusuydu; 14 tür “kült örgütü” listeliyordu, Falun Dafa bu listede yoktur. Diğeri, 2011 tarihli Genel Basın ve Yayın İdaresinin 50 No.lu duyurusuydu; Falun Dafa kitaplarına yönelik yasağın kaldırılmasını sağlıyordu. Danışmadaki görevli belgeleri almak istemedi. Ciddiyetle, “Bunlar davamla ilgili; çünkü karımın masumiyetini kanıtlayabilir. Evimden el konulan eşyaların da yasal olarak bize ait olduğunu gösterir,” dedim. Bunun üzerine aldı.
O dönemde uygulayıcıların “Adalet Forumu”nun sağladığı materyaller çok kapsamlıydı. Oradaki örnekleri izleyerek olaya karışan polisler hakkında dava açtım. Evrakları ulusal, eyalet, şehir ve ilçe düzeyindeki adalet birimlerine ve ayrıca ilgili memurların kendilerine gönderdim. Birkaç telefon aldım; kimileri sempati gösterdi, kimileri öneriler sundu. Hiçbiri karşı çıkmadı. Dava ilerledikçe ilgili kurumlara ek belgeler yolladım.
Dosya savcılığa ulaşınca, davadan sorumlu savcıya gidip olayla ilgili olmayan el konulan eşyaların iadesini istedim. “Hepsi ilgili,” diyerek hiçbirini vermedi. Emanet listesi istedim; oyalamaya çalıştı. “Savcılık Teşkilatının Açık Dava İşleme Bilgileri Hakkındaki Hükümleri” uyarınca talebimi yineledim. Çaresiz kaldı; birkaç gün sonra bilgisayarı, cep telefonunu ve bazı eşyaları iade etti.
Kararı alınca, materyalin sanığın bizzat yapımı olmadığını yazdığını gördüm. Karakola gidip dosyayla ilgisi olmayan eşyaların geri verilmesini tekrar talep ettim. Soruşturma memuru bir şey yapmayınca emniyetin şikayet birimine gittim. Şikayet birimi destek verdi; ama karakol yine kımıldamadı.
Tekrar şikayet birimine gittiğimde, bir görevli, müdürün ve Siyasi Güvenlik Ofisi yöneticisinin başka bir binada toplantıda olduğunu, toplantı bitince gelmelerini isteyeceğini söyledi. Siyasi Güvenlik yöneticisi Shang saldırgandı ve “Falun Dafa uygulayıcılarının bütün eşyaları davayla ilgilidir,” dedi. “Peki yazıcımız nasıl ilgili?” diye sordum. Yanıt veremedi, mahcup oldu.
Şikayet biriminin desteğiyle, karakol müdür yardımcısı Liu, eşyaları alabileceğimizi söyledi. O sırada karım eve dönmüştü; birlikte gittik. Liu, ÇKP karşıtı bilgi içeren micro SD kartlarını veremeyeceğini söyledi. “Onu sonra konuşuruz,” dedim. Kalan eşyaları evimize gönderdi.
Falun Dafa kitaplarımızı mutlaka geri almakta ısrar ettiğimiz için, karakol müdürü Zhang sürece dahil oldu. “Belgelerinizi okudum, haklısınız. Ama Falun Dafa kitaplarını size verirsem işimi kaybederim,” dedi. Geçmişte başka karakollarda uygulayıcılara nasıl yardım ettiğini de anlattı. “Şimdilik tamam ama vazgeçmeyeceğiz,” dedik. Memnun olmuş gibiydi; isteyince micro SD kartlarını da verdi.
Hikayemizi duyan diğer uygulayıcılar doğru düşünceler kazandılar. Üç tekerlekli araç gibi el konulan eşyalarını geri alanlar oldu.
İstinaf ve “Şikayet Başvurusu”
Karım eve dönmüştü ama davası kapanmamıştı. Aile üyesi olarak onu savunmak için başvurdum; hakim onayladı. “Adli yardım” gerekip gerekmediğini sorduğunda, “evet” dedik; böylece başka avukatların da gerçekleri öğrenmesini istiyorduk.
Karımla, yetkililerin hukuku ihlal ettiği her aşamayı tek tek inceledik. Materyalleri hazırlayıp Orta Düzey Mahkemeye sunduk. Hakimle görüşünce ona Falun Dafa’nın gerçeklerini de anlattık.
Birkaç gün sonra adalet bürosunun atadığı Deng isimli bir avukat bizimle irtibata geçti. Kendi hukuk bürosunda görüştük; yetkililerin bazı yanlışlar yaptığını bildiğini söyledi. Teşekkür edip ikinci derecede kamuya açık duruşma istedik. “Hakimle konuşacağım,” dedi; biz de teşekkür ettik.
Beklerken karım, Minghui’de zulüm dosyaları için mektup gönderilmesini öneren bir yazı okudu. Bunun üzerine, ikinci derece yargılamada kamuya açık duruşma talep eden bir mektup yazdı. Mektupta, yetkililerin dosyayı işlerken hukuku ihlal ettiği tüm noktalar listelendi. Ben de Dafa uygulamasının yasal olduğunu ve Dafa kitaplarına yönelik yasağın kaldırıldığını ekledim. Yaklaşık 200 kopyayı çeşitli kurumlara gönderdik; olumlu geri dönüşler aldık.
Yaklaşık bir ay sonra Deng, hakimin savunma beyanını ısrarla istediğini söyledi. “Bunu veremeyiz; yoksa hakim kamuya açık duruşmayı atlayabilir, karımı savunma fırsatını kaybederiz,” dedim. Deng’in aşırı baskı altında olduğunu görünce, sözleşmemizi feshettik; o da anladı.
Adalet bürosu Han adlı başka bir avukat atadı. Falun Dafa’yı bilmiyordu, dinlemeye açıktı. İki saatten fazla konuştuk—mevcut dosyadan genel zulme, Yüksek Mahkeme ile Yüksek Savcılığın anayasaya aykırı yargısal yorumlarından yerel görevlilerin Falun Dafa dosyalarını işlerken yaptığı ihlallere; 1999’dan önce ÇKP’nin Dafa’yı desteklemesinden son yirmi yılı aşkın zamandaki zulme; Kültür Devrimi ve 1989 4 Haziran Olayından inanca dayalı zulmün ağır sonuçlarına kadar…
Han meşguldü; arada başkaları da yardım istiyordu. Ama konuşmamızı sürdürebildik; yardım etmeye istekliydi. Sonraki tutuklamalarda da yardımcı oldu ve düşük ücret istedi.
Aylarca kamuya açık duruşma için uğraştık; olmadı. Bir gün hakim arayıp duruşmanın sona erdiğini, istersek şikayet başvurusu yapabileceğimizi söyledi. (Not: “İstinaf/temyiz” genellikle ilk derece kararına karşıdır; “şikayet başvurusu” ise ikinci derece karara karşıdır.) Bunu daha önce yapan bir uygulayıcı tanımıyorduk.
“Adalet Forumu”ndan destek istedik; uygulayıcılar şunları paylaştı: Amacımız zulmü ifşa etmek; daha da önemlisi, bu yolla daha çok insanın gerçeği öğrenmesini sağlamaktır. Temyize kıyasla şikayet daha esnektir. Hukuki, sosyal, ahlaki ve diğer açılardan gerçeği açıklayacaktık.
Karımla birlikte bir taslak bitirdik. Adalet Forumu’ndaki uygulayıcılar gözden geçirdikten sonra çıktısını alıp Orta Düzey Mahkemeye sunduk. Belgeleri okuyan herkesin gerçeği anlaması ve kötü işlere son vermesi için doğru düşünceler gönderdik.
Şikayet başvurusu sunulduktan sonra başkan hakim birkaç kez değişti. Yüzeyde sanki defalarca gitmek zorunda kalmışız gibi görünüyordu; oysa bunun daha çok kişinin gerçeği öğrenmesi için olduğunu biliyorduk. Bir yıl sonra mahkemeden şikayet duruşmasına katılmam için bildirim geldi.
Adalet Forumu’na danıştık; öneriler verdiler. Sürecin nasıl işleyeceğini bilmediğimiz için, karımla ikimiz on sayfalık birer savunma beyanı yazdık; gerekirse ayrı ayrı savunabilecektik. Bunu diğer uygulayıcılara da söyledik; doğru düşüncelerle destek vereceklerini bildirdiler.
Duruşmaya varınca, dosyanın üç hakim değiştirip ilk hakime döndüğünü gördük. Muhtemelen diğer hakimler belgelerimizi okuyup zulme katılmak istememişti. Hakim bizi savuşturmak ister gibi görünüyor, aynı saate başka bir dosyayı da koyuyordu. Pes etmedik.
Hazırlığımızı görünce şaşırdı. Duruşma bir saat içinde bitti. Karım dosyayı özetleyip süreçte yetkililerin hukuku nasıl ihlal ettiklerini tek tek ortaya koydu. Sonra ben savunma beyanımı okumaya başladım. Hakim araya girmeye çalıştı ama başaramadı; tüm beyanımın tamamını okudum ve Orta Düzey Mahkeme’nin bu dosya için yeni bir duruşma planlamasını talep ettim.
Ek Düşünceler
Bu süreçten çok şey öğrendim. Birincisi, sağlam uygulama hayati önem taşır. Shifu şöyle demiştir:
“Bireysel xiulian uygulamanızı gevşetemezsiniz. Ne yapıyor olursanız olun, ister gerçekleri açıklamak olsun, ister Dafa'yı onaylayan projeler yapmak olsun, öncelikle kendinizi iyi bir şekilde geliştirmeyi en yüksek öncelik haline getirmek zorundasınız; ancak o zaman yaptığınız şeyler daha kutsal olabilir, çünkü o zaman bir Dafa öğrencisi olur ve bir Dafa öğrencisi olarak Fa'yı onaylamak için bir şeyler yapıyor olursunuz.” (2007 New York Fa Konferansında Fa'nın Öğretilmesi)
Uygulayıcıların becerileri ve kabiliyetleri olabilir. Fakat Shifu’ya ve Dafa’ya inanç olmadan, Dafa’yı net kavramadan ve güçlü doğru düşünceler olmadan hiçbir şey yapamayız. Konuşma noktalarımı defalarca çalıştım, hatta ezberledim; ama kritik anlarda zihnim boşalabiliyordu. Bir şey söylesem bile bir uygulayıcının sözlerinde olması gereken enerjiyi taşımıyordu.
İkincisi, gösteriş merakı çok zararlı olabilir. Shifu şöyle demiştir:
“Şu anda, ister Dafa uygulayıcılarının Fa'yı grup olarak onaylamaları olsun, ister gerçekleri bireysel olarak açıklamaları olsun, bütün bunlar Dafa'nın gereksinimleridir. Konu, Fa-düzeltmesinin gerektirdiği bir şey olduğu müddetçe, onu iyi bir biçimde yapmak zorundasınız ve bunda tartışacak bir nokta yoktur. Ve sizler, sahip olduğunuz roller yüzünden kendinizi beğenmiş bir duruma girmeyin ve diğerlerinden farklı olduğunuzu da düşünmeyin. Her biriniz bir parçacıksınız. Ve benim gözümde hiç kimse bir diğerinden daha iyi değildir, çünkü ben hepinizi aynı anda çekip çıkardım. (Alkış) Bir kişi bir konuda daha yetenekli iken, bir başkası da bir başka konuda öyledir -buna dayanarak düşüncelerinizin galeyana gelmesine kesinlikle izin vermemelisiniz. Mükemmel yeteneklere sahip olduğunuzu vs. söylüyorsunuz, fakat onların hepsi size Fa tarafından bahşedilmiştir! Aslında, eğer o yeteneklerin seviyesine ulaşmamış olsaydınız, hiçbir işe yaramazdı. Fa-düzeltmesi sizin bilgeliğinizin o noktaya ulaşmasını gerektirmişti; dolayısıyla çok yetenekli olduğunuzu kesinlikle düşünmemelisiniz. Bazı uygulayıcılar benden yeteneklerini ve kabiliyetlerini kontrol etmemi istiyor. Fakat aslında, benim düşüncem şudur: onların hepsi size benim tarafımdan verilmiştir, dolayısıyla da bakmaya gerek yoktur.” (2003 Fener Bayramı Sırasındaki Batı Amerika Fa Konferansında Fa'nın Öğretilmesi)
Falun Dafa uygulayıcıları iyi insanlardır. Bu zulüm olmasaydı, işimiz değilse bu yasal hükümleri okumamıza gerek kalmazdı. Ama zulüm oldu ve sürüyor; başka çaremiz yok. Bu alanlarda emek harcayıp bazı başarılar elde eden uygulayıcılar, diğerlerince övülebilir. Kendime hep şunu hatırlatırım: Bütün kabiliyetlerim Dafa’dan ve Shifu’dan gelir—gösterişe gerek yok.
Üçüncüsü, başkalarına bel bağlamamak. Zulme karşı çıkmak yalnızca düşünceleri iyi ifade etmeyi değil, aynı zamanda konuşma ve yazma cesaretini de gerektirir. Bazı uygulayıcılar korkar ve başkalarına dayanır. Oysa Shifu her uygulayıcının başarmasını bekler. Başkalarına bel bağlamak da başkalarının size bel bağlamasına izin vermek de doğru değildir. “İş yapma”ya ve gösterişe bağlanınca, kendi uygulamamızda sorunlar doğar; bağımlılık takıntısı, başka uygulayıcıları da olumsuz etkiler.
Shifu defalarca korkuyu bırakmamız gerektiğini söyledi. Geçen yıl yakın bir bölgede bir uygulayıcı tutuklanınca, oradaki uygulayıcılar benden yardım istediler. Savcılığa telefon edip dosyanın gönderilip gönderilmediğini kendilerinin sormasını önerdim. “Sen ara,” dediler. Düşündüm ve “Bu telefon görüşmesini yapamıyorsanız, size yardım edemem,” dedim. Bazıları bunu anlamadı. Şöyle açıkladım: Her birimiz kendi yolumuzu kendimiz yürümeliyiz. Bu kadar basit bir şeyi korku yüzünden yapamıyorlarsa, o alanda ilerlemeleri gerekiyor demektir. Uygulama en önemli olandır.
Son olarak, avukat tutma meselesidir. Zulme karşı çıkmak için avukatlarla yıllar önce çalışmaya başladım. Son yıllarda, az sayıda avukat uygulayıcılar için suçsuzluk savunması yapmaya yanaşıyor—çünkü baskı altındalar. Bir diğer neden de bazı uygulayıcıların bu avukatları ÇKP kültürüne özgü şekilde övüp yüceltmesi; bu, avukatları yanlış yöne itebilir. Ülke çapında çok sayıda zulüm davası vardır; avukatlar da çok meşgul olabilir.
Yerel avukatlara ulaşıp onlara Dafa’yı savunma fırsatını vermemiz gerektiğini biliyorum. Gerçekleri anlatarak onları kurtarmaya yardım edebilir, yerel ortamı iyileştirebilir ve daha çok avukatın uygulayıcılar için suçsuzluk savunması yapmasını teşvik edebiliriz. Yerel avukatlara ulaşmak daha kolaydır, ücretleri de görece düşüktür.
Karımın her iki tutuklanmasında da yerel avukatlarla iletişim kurdum; zor olmadı. Onlar kurtarılmayı bekliyorlar. İkinci tutuklamada 20’den fazla avukat yardım etmeye istekliydi. En yüksek ücret yalnızca 10.000 yuandı (yaklaşık 1.400 ABD Doları); bazıları bunun yarısından azını istedi.
Bunu yazarken de bazı müdahaleler yaşadım. Benim anlayışıma göre, ne olursa olsun, yapmamız gerekeni yapmalıyız; çünkü burada bulunma sebebimiz budur.
(Son)
(Minghui.org’daki 22. Çin Fa Konferansı için seçilmiş gönderi)
Telif Hakkı © 2025 Minghui.org'a aittir. Her hakkı saklıdır.