(Minghui.org) (Editörün notu: Bu makale ilk olarak 5 Mayıs 2020’de yayımlanmıştır.)
Çin’de insanlar eskiden gökyüzü, yeryüzü ve insan arasındaki uyuma inanır, erdemi yüceltir ve ruhsal aydınlanmaya odaklanırlardı. Ancak Çin Komünist Partisi (ÇKP) birkaç on yıl önce iktidara geldikten sonra geleneksel kültürün yerini şiddet, nefret ve aldatmayla doldurdu.
Çin 1970’lerde kapılarını açtığında, Batılı ülkeler bunu hem Çin’e demokrasi getirmek için bir fırsat olarak gördüler hem de Çin’le ortaklık kurarak ekonomik kazanç elde etmeyi amaçladılar. Ancak Çin’e demokrasi getirme düşüncesi yalnızca bir hayal olarak kaldı. Yine de Batılı ülkeler Çin’le ticaret yapmaktan vazgeçmediler ve bu durum Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi hâline gelmesini, hem mali hem de siyasi açıdan küresel bir etki oluşturmasını sağladı.
Koronavirüs dünyaya hızla yayılırken, birçok kişi artık ÇKP’nin örtbas etme girişimlerinin bir salgını küresel bir pandemiye nasıl dönüştürdüğünü ve ekonomik çıkarlar uğruna ÇKP ile ortaklık kurmanın Pandora’nın kutusunu açmakla eşdeğer olduğunu görmeye başladı.
ÇKP Bir Kanser Gibidir
Tıp biliminde kanser, başlangıçta iyi huylu bir tümörle ortaya çıkabilen, ardından yakın dokulara yayılan ve nihayetinde diğer organlara ve tüm vücuda metastaz yapan ilerleyici bir hastalık olarak tanımlanır. ÇKP’nin tarihine bakıldığında, Çin’de kök salıp büyüdükten sonra yıllar içinde dünyanın dört bir yanına yayıldığı görülmektedir.
ÇKP 1921 yılında eski Sovyetler Birliği model alınarak kuruldu. Sovyetler Birliği 1930’larda yaklaşık bir milyon kişinin hayatını kaybettiği Büyük Temizlik hareketini yürütürken, o dönemde dünyanın pek bilmediği bir şekilde, ÇKP’nin kurucu üyeleri kırsaldaki zengin toprak sahiplerini yağmalayıp şehirleri talan ederek bu sürece “devrim” adını verdiler. Bu durum Çin’in geleneksel kültürüne tamamen aykırıydı, ancak kısa vadeli kazançlar ve iktidar hırsı yine de önemli sayıda Çinliyi cezbetti. Sınıf mücadelesi ve nefret genetik kodlarıyla oluşan ÇKP kanseri, Çin’de şekillenmeye başladı ve sonraki yıllarda büyümeye devam etti.
1950’lerdeki toprak reformu sırasında ÇKP toprağı kamulaştırdı ve toprak sahiplerini “devlet düşmanı” olarak ilan etti. Üç-Anti ve Beş-Anti kampanyalarında şehirlerdeki sermaye ve varlıklar el konularak iş insanları “devlet düşmanı” ilan edildi. Sağcı Karşıtı Kampanya’da ise rejim, entelektüelleri değerlerinden ve dürüstlüklerinden vazgeçmeye ve Parti’ye koşulsuz boyun eğmeye zorladı.
ÇKP, 1959’daki Büyük İleri Atılım döneminde de yalan söylemeye devam etti; normalin 150 katı kadar tarım üretimi yapıldığını iddia etti. Bu abartılı rakamlar yüzünden çiftçiler tüm mahsullerini devlete teslim etmek zorunda kaldı; ürünlerin büyük kısmı ihraç edildi ve ülkede iç tüketim için çok az ürün kaldı. Bu durum, yalnızca 1959 ile 1961 yılları arasında yaklaşık 45 milyon kişinin ölümüne yol açan bir kıtlıkla sonuçlandı.
Bununla da yetinmeyen Mao Zedong, 1960’ların ortalarında Çin’in geleneksel kültürüne saldırmayı hedefleyen bir dizi kampanya daha başlattı. Kültür Devrimi olarak bilinen bu hareket, birkaç yıl içinde Çin uygarlığını binlerce yıl boyunca beslemiş olan ruhsal ögeleri neredeyse tamamen yok etti; edebiyattan sanata, eğitimden günlük yaşama kadar her alanda yıkım getirdi.
Tüm bu trajediler, ÇKP’nin iktidar ve servet hırsıyla yönlendirdiği insan kaynaklı felaketlerdi. Çin halkının beklentilerinin aksine, ülkenin toprakları ve büyük oranda sermayesi ile varlıkları kamulaştırıldı ve gerçekte üst düzey Parti yetkililerinin mülkiyetine geçti.
ÇKP, zenginleri yağmalayarak kendi ceplerini doldururken, yoksulların aynı stratejiyle zenginleşmesini ve Parti’nin meşruiyetini sorgulamasını engelledi. Bu çelişki, komünizm teorisinin temelden kusurlu olduğunu göstermektedir.
Sadece birkaç on yıl içinde ÇKP, Çin halkına açlık (1959-1961 gibi kıtlıklarla), hastalık (SARS ve koronavirüs gibi salgınların kötü yönetimi), varlık kaybı, kültür kaybı ve ölüm getirmiştir.
Batı Ülkelerine Metastaz
Karl Marx 1848 yılında, “Eski toplumun can çekişen ölüm sancılarıyla yeni toplumun kanlı doğum sancılarını kısaltmanın, sadeleştirmenin ve yoğunlaştırmanın tek bir yolu vardır; o da devrimci terördür,” diye yazmıştı.
Komünizm reçetesinin ne denli ölümcül olduğu muhtemelen Marx’ın hayal ettiğinden bile fazladır. 1917’de Bolşeviklerin Kışlık Saray baskınına öncülük eden kişinin oğlu Antonov Ovesyenko, komünistlerin Rusya’yı ele geçirmesiyle ölen insan sayısının 100 milyona ulaştığını belirtmiştir. Kamboçya’da Kızıl Kmerler, 7 milyonluk nüfusun 2 ila 3 milyonunu katletmiştir. Çin Komünist Partisi ise 80 milyondan fazla doğal olmayan ölüme sebep olmuştur. Bu katliamlar şaşırtıcı değildir; zira komünist yapılar, karşıt güçleri terörize ederek varlıklarını sürdürür ve güç kazanırlar.
Komünizmin bu genetik yapısı, onun çoğalmasını mümkün kılar. Marx’ın ifadesiyle bu, “proletaryayı ve böylece tüm toplumu özgürleştirme” hareketidir; günümüzde ÇKP için bu, “çok taraflı işbirliği” anlamına gelir. Şu anki ÇKP liderliği bunu “insanlık kaderi topluluğu” olarak adlandırmaktadır. Kanser patolojisinde bu tür çoğalma ise “metastaz” olarak tanımlanır.
Daha iyi bir Çin umudu ve ekonomik teşvikler doğrultusunda Batılı ülkeler, komünizmin yarattığı felaketleri görmezden geldi ve Çin’le işbirliği yapmaya karar verdi.
Minghui.org’da daha önceki makalelerde de belirtildiği üzere, Kültür Devrimi sona ermeden önce bile, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon 1972’de ilkelerine göz yumarak Çin’i ziyaret etti. Ardından Ocak 1979’da tam diplomatik ilişkiler kuruldu. En Çok Kayrılan Ülke (MFN) statüsü ve 1979’da imzalanan Bilim ve Teknoloji Alanında İşbirliği Anlaşması ile iki ülke arasında yüzlerce ortak araştırma projesi ve işbirliği programı başlatıldı.
1989’daki Tiananmen Katliamı sonrasında ABD Kongresi, Çin’in insan hakları durumunu MFN statüsüyle ilişkilendiren bir yasa tasarısı sunsa da bu yasa nadiren uygulandı ve Çin’in bu statüsü genellikle ABD’li şirketlerin baskısıyla koşulsuz olarak uzatıldı. ABD ve diğer Batılı ülkelerin yardımıyla Çin’in 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) katılması, komünist genlerin dünya çapında yayılmasına neredeyse sınırsız bir erişim sağladı.
Sızma ve Zarar
ÇKP, dünyaya derin ve kapsamlı şekilde sızmıştır.
Trading Economics’e göre, ABD ithalatının %19’u Çin’den gelmektedir ve bu oran diğer tüm ülkelerden fazladır. Bu rakam 2019 yılında 472 milyar dolara ulaşmıştır. Michigan State Üniversitesi’nin araştırmasına göre ise, New York Eyaleti 2018’de Çin’den 23 milyar dolarlık ithalat yapmıştır, bu da en yüksek ithalat yapılan ülke olmuştur; Çin’e yapılan ihracat ise 8. sırada yer almış ve 3,5 milyar doların altında kalmıştır.
Bu ciddi ticaret dengesizliği, Çin’in ekonomisini güçlendirirken ABD’de üretimi olumsuz etkilemiş ve iş kayıplarına yol açmıştır. Daha da önemlisi, bu durum Çin’e ABD iş dünyası üzerinde büyük bir baskı gücü kazandırarak Çin politikalarını etkileme imkânı sunmuştur. 1994’te ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan Pekin’i ziyaret ettiğinde Çinli liderlere şöyle demiştir: “Merkez bankanıza, bizim uzun yıllara dayanan tecrübemizin olduğu teknik alanlarda mümkün olduğunca yardım etmeye hazırız.”
Son 20 yılı aşkın süredir, Wall Street’teki finans kuruluşları Amerikalıları Çin şirketlerine yatırım yapmaya teşvik etmiş, büyük finans firmaları ise Çinli firmaların ABD ile ticaret işlemlerini üstlenmiştir.
Buna ek olarak Bloomberg, 1 Nisan 2019 itibarıyla 20 ay içinde Barclays Global Aggregate Endeksi’ne 364 adet Çin iç piyasası tahvilini eklemeye karar vermiştir. Analistler, tam dâhilatın Çin’in yaklaşık 13 trilyon dolarlık tahvil piyasasına 150 milyar dolar yabancı sermaye çekebileceğini öngörmüştür. Ardından MSCI (Morgan Stanley Capital International) tarafından geliştirilen MSCI ACWI ex-U.S. endeksi, Kasım 2019’da yaptığı duyuruda, Çin A hisselerinin belirli endekslerdeki ağırlığını %20’ye kadar çıkaracağını açıklamıştır. Benzer şekilde, dünyanın en büyük ikinci endeks firması FTSE Russell da 21 Şubat 2020’de Çin hisselerinin endekslerdeki ağırlığını artıracağını açıklamış ve MSCI’nin hamlesini desteklemiştir.
Bu tür gelişmeler sadece ABD’nin istikrarını ve ulusal güvenliğini etkilemekle kalmaz, aynı zamanda sıradan Amerikan hanelerinde de belirsizlik yaratır. 14 Ocak 2020 tarihli Foreign Policy makalesine göre Amerikalıların %55’i hisse senedi sahibidir ve bunların çoğu profesyonel olarak yönetilen emeklilik fonları, yatırım fonları ve emeklilik hesaplarına bağlıdır. “Küresel tahvil endekslerinin Çin devlet tahvillerini ölçütlerine eklemeye başlaması… bu büyük fon dağılım değişiklikleri, çoğu Amerikalının bilgisi veya rızası olmadan, Çinli şirketler ve devlet menkul kıymetlerine yapılan ABD portföy yatırımlarını 2021 sonuna kadar 1 trilyon doların üzerine çıkarabilir,” diye yazmıştır foreignpolicy.com, “Amerikalılar Çin’e Daha Fazla Yatırım Yapıyor—Hem de Farkında Olmadan” başlıklı makalesinde.
ÇKP’nin ABD’ye sızması yalnızca ekonomiyle sınırlı değildir; propaganda (örneğin ABD’deki Pekin destekli medya kuruluşları), eğitim (Konfüçyüs Enstitüleri), topluluklar ve kuruluşlar (BM ve WHO gibi; WHO, koronavirüs pandemisinde ÇKP’nin kuklası olarak görülmüştür) alanlarında da derindir. Detaylar için Minghui’de yayımlanan son inceleme makalesine bakılabilir.
Avrupa ülkeleri de insan hakları siciline göz yumarak ÇKP’nin güç kazanmasında önemli rol oynamıştır. Örneğin, İspanya, 1989 Tiananmen Katliamı sonrasında Pekin’i ziyaret eden ilk AB dışişleri bakanına sahip ülke olmuş, ardından da AB’nin Çin’e yönelik silah ambargosunun kaldırılmasına destek vermiştir. İspanya, Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın kurucu üyelerindendir ve ÇKP’nin küresel yayılma çabası olan Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) zirvelerine katılmıştır. Ayrıca, dünyanın en büyük telefon ve mobil şebeke operatörlerinden biri olan Telefónica, Huawei’nin 5G ekipmanlarına büyük yatırımlar yapmıştır. İspanya’nın katkısıyla ÇKP, Kuşak ve Yol Girişimi’ni Latin Amerika’ya kadar genişletebilmiştir.
İtalya, şimdiye dek G7 ülkeleri içinde ÇKP’nin BRI projesine katılan tek ülke olmuştur ve Batılı ortaklarının uyarılarını dikkate almamıştır. The New York Times 30 Mart 2019’da şu ifadeyi kullanmıştır: “Çinliler, Atina yakınlarındaki Pire Limanı’nı adeta satın aldılar.” Çin’le yapılan yeni anlaşmalar sayesinde, “şimdi Çin’in Ceneviz gibi kritik İtalyan limanlarına ve Orta Avrupa’ya uzanan ray bağlantısına sahip Trieste limanına da erişimi olacak.” (Güncelleme: İtalya, Aralık 2023’te BRI’dan çekileceğini duyurmuştur.)
Boris Johnson, Temmuz 2019’da Birleşik Krallık Başbakanı olduğunda, hükümetinin “Çin yanlısı” olacağını ifade etmiştir. ÇKP’nin BRI projesini desteklemesinin yanı sıra, Britanya’nın Çin yatırımları açısından Avrupa’daki “en açık ekonomi” olacağını söylemiştir. “Unutmayın, uluslararası yatırım için en açık ülkeyiz, özellikle de Çin yatırımları için. Örneğin Hinkley gibi büyük nükleer enerji projelerinde Çinli şirketler ülkemize geliyor,” demiştir. Ayrıca Birleşik Krallık, Çin’in liderliğindeki Asya Altyapı Yatırım Bankası’na katılan ilk Batılı ülke olmuştur. (Güncelleme: Birleşik Krallık daha sonra BRI ile olan ilişkilerinde daha mesafeli bir tutum benimsemiştir.)
Koronavirüs Çin’den tüm dünyaya yayılırken, yukarıda adı geçen bölgeler, coğrafi olarak Çin’e uzak olmalarına rağmen en ağır etkilenenler arasında yer aldı. Güvenli bir gelecek için artık ÇKP ile olan ilişkilerimizi yeniden değerlendirme zamanı gelmiş olabilir.
Çözüm Arayışı
1970’ler ya da 1980’lerde Çin’de açıklık ve demokrasiye dair hâlâ bir umut varmış gibi görünürken, günümüzde Batılı ülkeleri yönlendiren teşviklerin büyük çoğunluğu yalnızca kâr odaklıdır ve Çin’in insan hakları ihlalleri göz ardı edilmektedir.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2019 İnsan Hakları Raporu’na göre, Çin, azınlıklara yönelik kitlesel gözaltı kampanyasını sürdürmektedir. “Önemli insan hakları ihlalleri arasında şunlar yer almıştır: hükümet tarafından gerçekleştirilen keyfi veya hukuka aykırı infazlar; zorla kaybetmeler; işkence; keyfi gözaltılar; sert ve yaşamı tehdit eden hapishane koşulları; siyasi mahkûmlar; özel hayata yönelik keyfi müdahaleler; yargı bağımsızlığıyla ilgili ciddi sorunlar; gazetecilere, avukatlara, yazarlara, blog yazarlarına, muhaliflere, dilekçe sahiplerine ve başkalarına —ve onların aile üyelerine— yönelik fiziksel saldırılar ve cezai kovuşturmalar; sansür ve internet sitelerine erişim engelleri; barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik müdahaleler, hem yabancı hem de yerli kuruluşlara uygulanan aşırı kısıtlayıcı yasalar…”
Bu raporda ayrıca Doğruluk-Merhamet-Hoşgörü ilkelerine dayanan bir meditasyon uygulaması olan Falun Gong’a yönelik zulümden de söz edilmektedir. Uygulayıcılarının büyük zihinsel ve fiziksel faydalar yaşamasına rağmen, ÇKP bu grubu Temmuz 1999’dan beri baskı altında tutmaktadır. Çok sayıda uygulayıcı gözaltına alınmış, hapse atılmış ve işkence görmüştür. Bazıları ise zorla organlarının alınmasına kurban gitmiştir.
Çin’deki konuşma ve inanç özgürlüğüne yönelik baskılar ile her yerde mevcut olan sansüre rağmen, Falun Gong, inanç özgürlüğünü açıkça savunabilen ender gruplardan biridir.
Belki bizler de Falun Gong uygulayıcılarından ilham alarak ÇKP’nin zulmüne karşı durmayı seçmeliyiz. ÇKP’den sosyal ve ekonomik anlamda uzaklaşmak, bizi Pandora’nın kutusundan çıkışa götüren bir yola yönlendirebilir.
Telif Hakkı © 2025 Minghui.org'a aittir. Her hakkı saklıdır.
Dünya’nın Doğruluk-Merhamet-Hoşgörü'ye ihtiyacı var. Bağışlarınız daha fazla insanın Falun Dafa'yı öğrenmesine yardımcı olabilir. Minghui, desteğiniz için minnettardır. Minghui'yi Destekleyin
Kategori: Haber Yorumu