(Minghui.org) 1990’larda doğdum. Annemle babam uygulayıcı olduğu için Falun Dafa’yı çocukluğumdan beri biliyordum, ancak 2021’e kadar uygulamaya başlamadım. Kocamla da Falun Dafa’yı uyguladığı için tanıştım; böylece benimle birlikte gayretle uygulama yapabilen bir eşe sahip oldum.

Bir Sınavın İçinde Kendimi Çelik Gibi Güçlendirmek

Geç başladığım için yeterli vaktim olmayacağı ve Shifu’ya insanları kurtarmasında yardım etme misyonumu yerine getiremeyeceğim yönünde bir takıntıya sahiptim. Kocamla birlikte bilgilendirici materyaller dağıtmak dahil, insanlara gerçeği açıklarken hep “iş yapmaya” takıntılı güçlü bir zihniyete kapılıyordum. Öyle takıntılıydım ki her gün bir makine gibi çalışıyor, durmuyordum. İçime bakmayı başaramadım. Shifu’ya Fa-düzeltmesinde yardım etmek gibi kutsal bir işi yapıyordum, ama niyetim saf olmadığı için eski güçler bundan yararlandı. Kocamla birlikte el ilanları dağıtırken ihbar edildik. Polis izimizi sürerek bizi buldu, gözaltına aldı ve gözaltı merkezine konulduk. Bir yıldan biraz fazla süreyle yasa dışı olarak tutulduk.

Gözaltına alındıktan sonra polisle iş birliği yapmayı reddettim. Onlara adımı vermedim, bu nedenle yüz tanıma teknolojisini kullanmaya karar verdiler. Ancak üç denemede de beni bulamadılar. Telefonumun şifresini istediler. Söylemeyi reddedince dizlerime tekme attılar ve yüzüme tokat attılar. Ben de “Falun Dafa iyi! Doğruluk-Merhamet-Hoşgörü iyi!” diye haykırdım.

Kocamla birlikte sağlık kontrolünden geçerken, o polislere Dafa’dan bahsetti ve “Çin Komünist Partisi’nden (ÇKP) ayrılmanın kişinin güvenliğini sağlayabileceğini” söyledi. Ben de kadın polis memuruyla konuştum. Dikkatle dinledi ve bazı sorular sordu.

Gözaltı merkezine giderken yağmur yağdı. Memurlardan biri, muhtemelen gerçeği anladığı için, “Yağmur yağıyor. Belki de Tanrı size acıyor,” dedi.

Kocamla beni farklı gözaltı merkezlerine götürdüler. Vardığımda saat 22.00’yi geçmişti ve bir uygulayıcının yanına konuldum. Merhametli Shifu’nun, zorlukla karşılaştığımda bana cesaret vermesi için onu ayarladığını biliyordum.

Onun yardımıyla, hızla depresif durumdan çıktım ve koğuştaki tutuklulara gerçeği açıklamaya başladım. Birisi daha sonra beni koğuş başına ihbar etti. Beni gözetlemelerini ve başkalarıyla konuşmama izin vermemelerini söyledi, fakat yine de çevremdekilerle konuşmak için fırsatlar buldum. Beni ihbar eden tutuklu ardından başka bir tutukluyla tartıştı ve koğuş başı tarafından ağır şekilde azarlanıp çok zor durumda kaldı. Ailesinden kimse ona harcama yapması için para yatırmıyordu ve kimse onunla ilgilenmiyordu. Bir köşede tek başına oturup ağladı, artık yaşamak istemediğini söyledi.

Beni ihbar ettiği için ona kin tutmadım. Elini tuttum ve teselli ettim. Duygulandı. Bir daha koğuş başına beni ihbar etmedi. Başka bir koğuşa nakledilmek üzereyken bana “Kendine iyi bak,” dedi.

Kısa süre sonra bir “geçiş koğuşu”na alındım; burada deneyimli uygulayıcı Bayan Feng’le karşılaştım. Üç hafta birlikte kaldık ve ezberlediğimiz Fa bölümlerinden parçalar paylaştık.

Sonra Bayan Feng ile ayrıldık. Sabit bir koğuşa nakledildiğimde egzersizleri yapmaya devam ettim. Gözaltı merkezi kurallarını ezberden okumayı reddedince koğuş başı bunu memura bildireceğini söyledi. Ben de ona “Eskiler şöyle der: "Kişi sabah Dao'yu duyduğunda, akşam gönül rahatlığıyla ölebilir" (Daha İleri Yükselmeler İçin Esaslar, Fa’nın İçinde Erimek) diye söyledim.

Şöyle düşündüm: “Ben ölümden bile korkmuyorum; senin ekip liderine şikayet etmenden mi korkacağım!”

Ekip lideri benimle konuşmaya geldi. Hala rekabetçi bir zihniyete sahiptim, bu yüzden birkaç sözden sonra, Falun Dafa’yı karaladığı için ona bağırmaya başladım. “Falun Dafa iyi! Doğruluk-Merhamet-Hoşgörü iyi!” diye haykırdım. Ekip lideri birini gönderip bir çift kelepçe ve pranga getirtip bunları bana taktırdı.

Zincirlendiğim için dik yürüyemiyordum; tuvalete gitmem de kısıtlandı. Koğuşa döndüğümde, tutuklular gördüklerinden dehşete düştü ve yanıma yaklaşmaya cesaret edemediler. Duygusal hale geldim ve gerçeği açıklamaya başladım; Tiananmen Meydanı’ndaki sözde “kendini yakma” kumpasını, “Gizli Yazı Taşı”nı, antik Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlara zulmettiğini ve sonunda dört büyük veba ile yok olduğunu, iyilik ve kötülüğün karşılıkları olduğunu yüksek sesle anlattım. Tüm gücümü kullandım ve sesim havayı çınlattı. Alt kattaki erkek koğuşundan biri seslendi: “Bağırmaktan yorulmuş olmalısın, biraz dinlen.”

Bir memur tutuklulara “Ağzını tıkayın!” dedi. Ama kimse yaklaşmaya cesaret edemedi. Sonra koğuş başına “Bir daha bağırırsa ona su vermeyin,” diye talimat verdi.

Ben de “Su vermemeniz sorun değil. Şu andan itibaren yemek yemeyeceğim. Zulmü protesto etmek için açlık grevine giriyorum,” diye bağırdım. O gün yemek yemedim. Gerçekten yemediğimi görünce koğuştaki birkaç tutuklu beni yemem için ikna etmeye çalıştı. Bazıları bir uygulayıcının kendine zarar vermek için nasıl olur da açlık grevi yapabileceğini anlamadıklarını söylediler. Bunu duyunca tekrar yemeye başladım.

Tutuklular öğle vakti uyudu ama ben uyumadım. Ranzamda kelepçeli ve prangalı oturarak avuç içimi kaldırdım ve tüm öğleden sonra doğru düşünceler gönderdim. Nöbetçi birkaç kez uyumam için işaret etti, ama gülümsedim ve başımı salladım. Öğle arası biter bitmez aniden bir duyuru yapıldı: “Üç aşıyı olmamış olanlar dışarı çıksın.” Bazı isimler okundu; benimki de vardı. Bayan Feng’in adını da duydum. Ben de dışarı çıktım.

Onu görünce bunun Shifu tarafından ayarlandığını anladım. Zincirler içinde olduğumu görünce ne olduğunu sordu ve egzersizleri yaptığım için cezalandırılıp cezalandırılmadığımı öğrenmek istedi. Onu görmek bir aile bireyini görmek gibiydi. Gözyaşlarımı tutamadım ve “Evet,” dedim. Bana, onlarla kavga etmememi, onlara şefkatle yaklaşmamı söyledi. Ayrıca sabah gerçeği haykırmamın iyi olduğunu da söyledi. Kendi koğuşundaki tutuklular, söylediklerim mantıklı olduğu için iyi eğitimli olduğumu söylemişler.

Zincirli olduğum için hızlı yürüyemediğimden, merdivenlerden inerken bana destek oldu. Ekip lideri önden bağırdı: “Arkamdakiler, çabuk!”

Rekabetçi zihniyetim yine kabardı ve “Zincirliyim, hızlı yürüyemem!” diye bağırdım.

Tutuklular sessizliğe büründü ve gözler bana çevrildi. Ekip lideri yaklaştı, tek kelime etmeden yüzüme tokat atmaya başladı. Bayan Feng öne atıldı, ekip liderinin elini yakalayıp durdurdu ve “Vurmak yok,” dedi. Herkes ekip liderinin onu azarlamasını bekledi, ama o tek kelime etmeden uzaklaştı.

Bunun bir uyarı olduğunu hissettim. Neden her gün koğuşunda egzersiz yapan ve kuralları ihlal etmeyen Bayan Feng’e bir şey olmuyor da ben zincirleniyordum? Ekip lideri neden bana tokat atmaya cüret etti? Bayan Feng ekip liderinin elini tutup durdurdu ama ekip lideri ona tek kelime etmeden uzaklaştı. Çünkü onun düşünceleri Fa’nın içindeydi; eski güçler ona dokunmaya cesaret edemedi. Ben ise memurlarla iş birliği yapmasam da hala rekabetçi bir zihniyet ve kin taşıyordum. Bu yüzden sonuç farklı oldu.

Bayan Feng ile görüştükten sonra duygularım önemli ölçüde yatıştı ve içime daha derinden bakmaya başladım. Bencilliğimi, rekabetçi zihniyetimi, kinimi, başkalarını küçümsememi ve gösterişimi keşfettim. Daha sonra zincirli olduğum için tuvalete gitmem ve saçımı yıkamam zorlaştı. Koğuştaki iyi yürekli tutuklular saçımı yıkamayı, tuvalete gittiğimde pantolonumu indirip kaldırmama yardım etmeyi ve hatta çoraplarımı yıkamayı teklif ettiler. Shifu’nun onları yardım etmeleri için ayarladığını biliyordum. En zor zamanımda bana yardım ettikleri için onlara teşekkür etmek istedim. Onları da kurtarmama yardımcı olmam gerektiğini biliyordum.

Shifu’nun, memurların beni sürekli zincirli tutmasına izin vermeyeceğini biliyordum. Yeter ki kendimi Fa’nın içinde düzeltebileyim; o zaman zincirleri çıkaracaklardı. Ancak duygularım iniş çıkış yaşıyordu. Bir an Fa’nın içindeydim, bir an sonra takıntım kabarıp üstün geliyordu. Dokuz gün sonra bir fırsat çıktı. Bir memur koğuş başına benden nasıl bir haber olduğunu sordu. O da “İyi,” diye yanıt verdi. Memur, benden bir özür mektubu yazmamı istemesini söyledi.

Bunu duyar duymaz aklıma bir fikir geldi. Özür mektubunu koğuş başına gerçeği açıklamak için kullanmam gerektiğini düşündüm. Çok kararlıydım ve “Ancak böyle yaparsam bu sınavda bir geçiş yapabilirim,” diye düşündüm.

Kalemi alıp yazdım: “Ekip lideri, özür dilerim. O gün konuşmadan önce size bağırmamalıydım. Shifu’muz bizden Doğruluk-Merhamet-Hoşgörü’ye uygun davranmamızı istiyor. Ben merhametli ve hoşgörülü davranmayı başaramadım. O gün, birlikte olduğunuz diğer uygulayıcıların hepsinin iyi davrandığını söylediğinizi duydum. Bazı tutukluların parası yoktu ve bu uygulayıcılar onlara maddi yardım etmişti. Hepsi çok nazikti; birkaç sözden sonra bağırmaya başlayan ben ise öyle değildim. Onlarla karşılaştırınca gerçekten utandım. Fakat sanırım benim çocukluğuma dair hikayemi dinleseniz, uygunsuz davranışımı bağışlayabilirsiniz.”

Ailemizin Falun Dafa’yı uygulamaya nasıl başladığını ve uygulamadan nasıl faydalandığımızı, ailemiz için en zor zamanlarda diğer uygulayıcıların bizi nasıl özveriyle desteklediğini yazdım. Ailemin birden çok kez zulme uğramasına dair deneyimimi de ekledim. Altı sayfa yazdım.

Tutuklular mektubu okuyunca bunun yardımcı olmayacağını söylediler. Dafa’nın iyi olduğuna dair kısım yüzünden endişelendiler ve hala zincirlerimin çıkarılmasını isteyip istemediğimi sordular. Ben etkilenmedim. Yalnızca Dafa’nın güzelliğini doğrulayarak ve memurların gerçeği öğrenmesini sağlayarak bu sınavı geçebileceğimi biliyordum.

Mektubu verdikten sonra o memur benimle konuşmak için geldi. “Mektubunu okudum. Çok içtendi. Biz taş kalpli insanlar değiliz. Senin ve ailenin Dafa’yı uygulayarak nasıl fayda gördüğünüz beni etkiledi,” dedi. Zincirleri çıkardı ve şişmiş bileklerimi ovuşturdu. O andan itibaren bana karşı tutumu tamamen değişti.

Gözaltı Merkezinden Çıktıktan Sonra Karşılaştığım Sınavlar

Serbest bırakıldıktan sonra duyduğum ilk şey, babamın tutuklandığı ve nerede tutulduğunu kimsenin bilmediğiydi. Kocamla onu bulmaya çalıştık. Falun Dafa’dan vazgeçmediği ve egzersizleri yaptığı için hapishaneye gönderildiğini ve tek kişilik hücrede tutulduğunu öğrendik.

Onu nihayet görebildiğimizde, hastalık karması belirtileri gösteriyordu. Ona doğru düşünceler göndermesi için yardım ettik. Bir sonraki ay ziyaret günü geldiğinde, görevli bir memur, eğer babam “dönüşme”yi kabul etmezse onu görmemize hapishanenin izin vermediğini söyleyerek görüşmemize izin vermedi.

Şöyle düşündüm: “Memurun dediği değil, yalnızca Shifu’nun dediği geçerlidir.” Böylece çeşitli şikayetlerde bulundum. Onları “Cezaevi Yasası”nın 4. Bölüm, 48. Maddesini ihlal etmekle raporladım. Ayrıca hangi iç düzenlemeleri olursa olsun, anayasayı ihlal edemeyeceklerini, aksi halde yasa dışı olacağını söyledim. Savcılık şikayetimi aldıktan sonra ziyaret meselesinin çözüldüğünü ve babamı ziyaret edebileceğimi söylediler.

Kocamla ziyaret gününde onu görmeye gittik. Erken vardık ancak tüm sabah beklemek zorunda kaldık. Sabah randevusu olanların hepsi çıkmış, öğleden sonra randevusu olanlara da izin verilmişti, ama biz hala içeri alınmamıştık. Danışmaya gittim; o sabah bizim onu görüp göremeyeceğimizi görüşmek üzere iç toplantı yapıldığını söylediler. On dakika önce arayıp “Görüşebilirler” denildiğini, beklememizi istediklerini aktardılar.

Biz o günün ziyaret saatleri sona erene kadar beklemeye devam ettik. Dört saatten fazla bekledik. Sonra hapishane görevlisi kocama “Hala Falun Dafa’yı uyguluyor musun?” diye sordu.

Kocam kararlılıkla “Evet, uyguluyorum,” diye yanıt verdi.

Görevli sonra bana dönüp Falun Dafa’yı uygulayıp uygulamadığımı sordu. Ben de yüksek sesle “Evet, uyguluyorum! Ama bunun babamı ziyaretimizle bir ilgisi yok,” diye bağırdım.

Eski güçler korkumuzun olmadığını görünce, görevli hızla tavrını değiştirip başka bir şey söylemedi. Ancak ziyaret saatini geçmiş olduğumuz için bize yalnızca hızlı bir on dakikalık görüşme için izin verildi.

Eve döndükten sonra savcılığı tekrar aradım ve ziyaretin dört saatten fazla geciktirildiğini, ziyaret süremizin kısaltıldığını bildirdim. Ayrıca katı kurallar nedeniyle babamın hapishane içinde tıraş bıçağı satın almasına izin verilmediğini belirttim. Sonrasında babamı ne zaman ziyarete gitsem hızla yanımıza getirildi. Tıraş bıçağı meselesi de çözüldü.

Mahalle yetkilileri defalarca kocamı ve beni bulmak için evimize geldiler. İlk iki seferinde kocam dışarıdaydı ve ben de onlarla görüşmeye çıkmadım. Daha sonra kocamı arayıp güncel iletişim bilgilerimi ve nerede çalıştığımı bilmek istediler, o da söylemedi.

Bir gün mahalle personelinden biri kocamın cep telefonunu aradı. Birkaç kez aradı ama kocam açmadı. Büyükannem bunu öğrenince, “Tekrar ararsa aç. Sürekli görmezden gelirsen bir şey çevirdiğini düşünecek. Yanlış bir şey yapmadın ki neden ondan korkuyorsun?” dedi.

Uygulayıcı olmayan büyükannem bile böyle diyebiliyorsa, Shifu’nun onu kullanarak bana bir imada bulunduğunu düşündüm. Üzerinde düşündüm ve proaktif davranmaya karar verdim. Böylece o mahalle personelini bulmak için girişimde bulunup ona gerçeği açıklamaya karar verdim. Bunu kocamla konuşup onayını aldım.

O öğleden sonra mahalle merkez ofisine gittik. Daha oturur oturmaz, tek kelime edemeden bir kadın bizim fotoğraflarımızı çekmeye başladı. Bağırarak onu durdurdum: “Ne yaptığının farkında mısın? Haklarımı ihlal ediyorsun. Fotoğrafları derhal silmelisin!”

Yanındaki bir görevli de ona fotoğrafları silmesini söyledi. O da hemen “Tamam, tamam. Hemen siliyorum,” dedi.

Tutumumu netleştirdim: “Biz Doğruluk-Merhamet-Hoşgörü’ye inanan iyi insanlarız. Özel hayatımın aşırı derecede izlenmesini ve rahatsız edilmek istemiyorum. Yalnızca işinizi yaptığınızı biliyorum, ama gerçekten gönülsüzce yaptığınız bir şeyse sadece usulen yapmanız yeter.”

Gerçeği açıkladım ve COVID’in hala dinmemiş olmasının cennetin bir uyarısı olduğunu söyledim. Dikkatle dinledi. Kocam ona ÇKP’den bahsetmeye başlayınca, arkasındaki komünist hayaletler korktu ve “Konuşmayı kesin, yoksa polisi ararım,” dedi.

Kocam yılmadan “Ara,” diye karşılık verdi.

Korkmadığımızı görünce sessizleşti. Başka bir görevli araya girerek ortamı yumuşatmaya çalıştı: “O kadar da ciddi değil. Talebinizi anlıyorum, sizi rahatsız etmeyeceğiz. Şehir dışına çıkacak olursanız da uygun olursanız bize haber verin.”

Gülümsedim ve başka bir şey söylemedim. İçten içe şunu net bir şekilde biliyordum: “Söz sahibi yalnız Shifu’dur.” Ayrılmadan önce onlara gülümseyerek “Sizi anlıyorum. Bu, sizin yapmak istediğiniz bir şey değil; amirinizin size verdiği bir görev. Bugün sözlerimi amirinize iletebilirsiniz. Gerekirse amirinizle bizzat konuşabilirim,” dedim. Bir daha gelip bizi rahatsız etmediler.

Shifu’nun merhametli koruması ve Dafa’nın güçlendirmesi olmaksızın bu noktaya gelemezdim. Yalnızca Shifu’ya Fa’yı düzeltmede yardım etme ve canlı varlıkları kurtarma misyonlarımı yerine getirerek tarih öncesi yeminimi gerçekleştirebilirim! Gelecekte yolum ne kadar engebeli olursa olsun sonuna kadar dayanacağım ve Dafa’ya olan inancım asla sarsılmayacak.

Orijinal Çince makale